YERALTI GÜNCESİ Bölüm 4:Peygamber Selamı

ruhibirbanyo tarafından

“…Diyarbakır’a gitmek için yola çıktığında ne yapacağını bile bilmiyormuş. Fakat yolda giderken, yanındaki diğer görevlilerin, Kuran’a el bastırarak, yaşayacağı her şeyi gizli tutacağının yeminini almaları, onu durumdan kıllandırmış…”

Hemen içeriye geçmedik. Resul Bey gelirken yanında bazı dökümanlar getirmiş, kendi vakfının bastırdığı veya topladığı belgelerdi bunlar. Yeraltı tünelleriyle ilgili olanları da getirdi, inceledik biraz. Bazı kısımları taşımacılık, bazı kısımları su kanalı, bir miktarı da sığınak amaçlı yapılmış çok eski çağlarda. Yaklaşık 10 yıldır, kültür müdürlüğü ile birlikte buraları inceleyip, turizme kazandırmak istiyorlarmış fakat mahalleli buna karşı çıkıyor ve kimseyi içeriye sokmuyormuş. Sayısını net bilmiyordu ama başka girişler de varmış. Hatta bazılarını kullanmışlar. Ancak girdikleri tünellerin ucunda ya apartman temelleri ya 17 Ağustos depreminin yıkıntıları ya da geniş su birikintileri karşılarına çıktığı için tam anlamıyla ilerleyememişler. Yeni bir giriş bulduğu için çok mutluydu Resul Bey.

Yanındaki Cihan isimli adama gelince… Üzerinde peygamber selamı vardiyerek bana takdim edilen bu adamın hikayesini de dinleme fırsatı buldum. Aslında keşke oturup kendi yazsa veya uzun uzun anlatma şansı olsa. Resul Beyin ağzından dinlediğim tuhaf öyküsü ayrı bir seri olur.

1995 yılında, daha KPSS’nin olmadığı, devletin engelli vatandaşlar için doğru düzgün kadro açmadığı bir dönemde, özürlü kadrosundan Şanlıurfa Müftülüğü’ne hizmetli/hademe olarak atanmış. Oraya girişinden birkaç ay sonra da Diyarbakır’da özel bir iş için görevlendirilmiş. Diyarbakır’a gitmek için yola çıktığında ne yapacağını bile bilmiyormuş. Fakat yolda giderken, yanındaki diğer görevlilerin, Kuran’a el bastırarak, yaşayacağı her şeyi gizli tutacağının yeminini almaları, onu durumdan kıllandırmış.

Gittikleri yer Diyarbakır’ın Eğil ilçesiymiş. Vardıklarında, birkaç yıl önce inşası tamamlanan Atatürk Barajı’nın, bir çok köyü sular altında bıraktığını görmüşler. Kendisiyle birlikte yola çıkan özel yeminli yedi devlet memurunun(devlet memuru olduklarından emin değilmiş) ve kendisi gibi sağır dilsiz diğer üç hizmetlinin, hep birlikte, sular altına gömülen peygamber mezarlarını, daha emin bir yere nakletmekle görevli olduğunu öğrenmişler. işi duyan hizmetlilerden ikisi hemen vazgeçip geri dönmüş ve yedi memur, iki işçi ve bir de ekibe bölgeden katılan bir molla ile birlikte, ellerindeki veriler doğrultusunda kabirleri aramaya başlamışlar.

Önce Hz.Elyesa’nın mezarına ulaşmışlar. Kazması da, naaşı çıkarması da zor olmamış. Cesedin çok uzun boylu olduğunu, yüzünü görmediklerini, fakat kefenin bembeyaz kaldığını anlatmış Cihan, artık nasıl becerdiyse bunu.

Sonra da gidip Hz. Zükifl’in mezarını açmışlar. Daha derinde olduğu için ulaşması kolay olmamış, mezarı koruyan betonsa çok sağlam olduğu için, kapağı açmakta epeyce zorlanmışlar. Kapağı açtıklarında yeşil bir duman ve mis gibi bir koku yayılmış ortalığa. Yine iki metreyi aşkın bir boyu varmış merhumun. Kefenden sıyrıldığı için ayaklarını görmüşler, hiç bozulmamış. Fakat bir türlü kaldıramadıkları için, hazretin taşınıyor olmaktan rahatsızlık duyduğuna dair bir korku kaplamış hepsini. Derken, Hz.Zülkifl oturduğu yerde doğrulmuş(ben buraları inanamayarak dinliyordum ama dehşet bir tiyatral yetenek vardı Resul ibnesinde, çok güzel anlatıyordu), doğrulduğunda yüzündeki kefen de düşmüş, gözleri kapalı bir vaziyette bir müddet durmuş, çok güzel bir yüzü varmış ve “Zülkifl’den sizlere selam olsun” diyerek yeniden uzanmış yattığı yere. Herkes donakalmış. Sonra tek tek peygamberin yüzünü ve saçlarını okşayıp, en son kefenle örtmüşler. Ondan sonra taşıması da çok kolay olmuş.

İki naaşı da tehlikeden alandan kurtarıp götürmek üzere yola çıktıklarında, gizli tutulduğu için kimsenin yapılan nakil işleminden haberdar olmamasına rağmen, tüm Eğil halkının sokaklarda beklediğini görmüşler. O gece yedi aylık bebek bile ayaktaymış, uyuyanlar da rüyalarında bu iki peygamberi görüp uyanıyor ve taşımaya yardımcı olmak için sokaklara dökülüyormuş. Başka bir sorunla karşılaşmadan götürüp defnetmişler belirlenen yere.

Olaydan yıllar sonra bir muhabir, konuyla ilgili bir program yapmak için, o gün orada bulunan tüm görevlilere tek tek ulaşmaya başlamış. Diğer işçi ile konuşmayı da başarmış. Hatta adamın sağır ve dilsizliği, sanki peygamberleri görünce oldu gibi lanse edilmiş. Cihan’a ulaşmadan, devlet onu yüksek bir tazminat ve yine yüksek bir emeklilik maaşı ile malulen emekli etmiş ve konuşmaması için tekrar garanti almış. Onun da yolu bir şekilde İzmit’e, hatta benim evime düşmüş işte.

Hayretler içerisinde dinledim Resul Bey’i. Hikayeyi bitirince, çayından son bir yudum alıp, “ziyade olsun” diyerek bardağı sehpaya koydu ve “haydi bitirelim şu işi” dedi. Hep birlikte kalkıp diğer odaya, kapağın başına geçtik.